Afrika Gönüllü Türk Sağlık Hizmetleri 2011

 C:\Users\Ayşe İLKER\Pictures\2.kamerun fotoğrafları\prof.s.sami ilker\101NIKON\DSCN8007.JPG  C:\Users\Ayşe İLKER\Pictures\2.kamerun fotoğrafları\prof.s.sami ilker\101NIKON\DSCN8021.JPG

AFRİKA’YA GÖNÜLLÜ TÜRK SAĞLIK HİZMETLERİ PROJESİ: KAMERUN SEFERİ

Prof. Dr. Süleyman Sami İlker
CBÜ Göz Hast. Öğretim Üyesi

            Bu yazıyı yazdığımda Kamerun’dan döneli yaklaşık iki ay olmuştu.  Ama hala, Türkiye adına, hatta insanlık adına güzel bir şey yapmanın huzur ve mutluluğunu hissetmekteyim..
            Başlıktaki sefer kelimesinden askeri veya emperyal bir amaçla yola çıkılmış bir iş algılanmasın. Bu tamamen bir akıl ve gönül seferidir. Gündelik hayatımızın akışı içinde, alışkanlıklarımıza olan bağlılığımızdan, birçok kişinin böyle bir şeye cesaret edemeyeceğini düşünüyorum.  Ekipteki arkadaşlarımızdan Dokuz Eylül Ü. Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Orhan Terzioğlu hocanın, dönüş yolunda söylediği “Yaptığımız iş bir fedakârlık değil, bir nasip meselesi” sözü beni çok düşündürdü ve ona hak verdim. Çünkü oraya giden arkadaşların otel masraflarını ve diğer bazı harcamaları kendi ceplerinden yaptıklarını ifade etmek isterim.

AFRİKA’YA GİTMEK NEREDEN AKLIMIZA GELDİ?

            Geçen yıl davet edildiğimiz bir toplantıda, İzmir’deki Ege Sağlık Gönüllüleri Derneğinin (EGESADER) bazı üyeleri ile tanıştım. Kısa süre önce Türkiye’den ilk defa gönüllü sağlık hizmeti maksadıyla katıldıkları Kamerun seyahatinden söz ettiler. İlgiyle ve dikkatle anlatılanları dinledim ve etkilendim. Gitmek isterseniz bir sonraki sefere sizi de alabiliriz dediler. İnşallah, ya nasip dedim. 
            2005 yılından beri Manisa’daki bir grup meslektaşımızın Nijer, Tanzanya ve diğer bazı Afrika ülkelerine aynı maksatla gittiklerini biliyordum. Hatta ülkemizden Afrika Sağlık Projesinin başlatılmasında, Manisalı bu ekibin öncü olduğunu da biliyorum. 
Müteakiben İstanbul, Ankara, Konya, Denizli ve en son da İzmir’den bu kervana katılanlar oldu. Yaklaşık altı yıldır Türkiye’den Afrika’ya coşkulu sağlık seferleri başladı. Her tıp dalından meslektaşımızın katıldığı bu proje, kurak kuşaktaki Orta Afrika ülkeleri için bir Katarakt Projesine dönüştü. Özellikle Sudan, Tanzanya’da ciddi göz hizmetleri veriliyor. 
            17 Aralık 2010 günü telefonuma gelen titreşimlere seminerde olduğumuz için cevap veremedim. Sonrasında, arayanın Dr. Talat Tavlı olduğunu gördüm ve ona döndüm. Bana, “İzmir’den üç arkadaş geldi, Bilal Hocanın odasındayız, seni de görmek istiyorlar “dedi. Hemen gittim. Baktım, gelenler Ege Sağlık Gönüllüleri Derneğinden başkan ve iki arkadaşı idi. Ocak 2011 sonunda Kamerun’a ikinci “sefer”e çıkılacağını, katılmak istersek bizi de götürmek istediklerini söylediler. Diğer iki arkadaşımın o tarihlerde başka programları olduğundan, ben “Olabilir, eşim ve çocuklarla da konuşup size döneyim” dedim. Akşam eşimle konuştuğumuzda, eşim: “Ben böyle güzel bir şey için, hayır demem, gidebilirsin” deyince vize alınmış oldu. Ve sefer hazırlıkları başlandı.
            İlk yaptığım iş, o günden itibaren günlük tutmaya başlamak oldu. Kamerun dönüşüne kadar hemen her gün, o gün yaşadıklarımdan kayda değer gözlem ve düşüncelerimi yazdım. Seksen sayfayı aşkın bir not oluştu.

BU BİR DEVLET- MİLLET PROJESİDİR

            EGESADER dışında projeye Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) başkanlığı ile Dışişleri Bakanlığı da destek verdiler. TİKA gidiş dönüş uçak masraflarımızı karşıladı.  2010 yılında, ilk defa açılan Kamerun’daki Türkiye Büyükelçiliğinin mensupları bize her noktada destek verdiler.
            Gitmeden önce orada yapmayı planladığım ameliyatlarla ilgili gerekli cerrahi sarf malzemeleri ve ilaçları tedarik konusunda liste hazırladım ve destek vereceklerini umduğum Manisalı ve İzmirli eczacı, gözlükçü ve medikal malzeme satıcıları ile temas kurdum.  Bu arada Türk milletinin kadirşinaslığı ve cömertliğini bir kez daha yakından görmüş oldum. İlaç mümessilleri koli koli göz ilaçları, medikalciler kutu kutu cerrahi sarfları, gözlükçüler 150 civarında değişik diyoptrilerde okuma gözlüğü getirdiler. İzmir’den bir göz hekimi bir göz muayenehanesine yetecek cihazlarını hediye etti. Hatta bir tanıdık bir kutu (100 adet) kurşun kalem verdi, orada dağıt diye.  Seyahatin başlangıcından üç gün önce “İnsani Yardım” diye etiketlenen onlarca kutu ilaç ve tıbbi malzeme, ki birbuçuk ton idi, kargo ile Kamerun’a gönderildi. Türkiye’nin oradaki imajı bağlamında ifade etmek isterim ki, bu malzemeler bir kuruş ödenmeden vardığı gün gümrükten geçti ve oraya vardığımızda malzemeler hazır idi.

abc

EKİP KAÇ KİŞİ İDİ?

            Yirmi kişilik ekibe 4-5 tane diş hekimi, 2 göğüs cerrahı, bir kadın doğum uzmanı, bir göz hekimi, 3-4 aile hekimi, bir tıbbi genetik ve biokimya uzmanı, bir veteriner, bir eczacı ve sağlık teknisyenleri katıldı. 
29 Ocak 2011 günü önce İzmir’den İstanbul’a ulaştık. Maroc (Fas Hava Yolları) ile Kazablanka’ya 4,5 saatte uçtuk. Kazablanka havalimanında Afrika’nın değişik ülkelerine iş ve ticaret amacıyla giden birçok Türk vatandaşı ile karşılaşmak heyecan vericiydi. 2-3 saatlik bir aktarmadan sonra, güneye 6,5 saatlik uçuş başladı.
             Kazablanka'dan sonra uçaktaki yolcu profili değişti, artık çoğunluğu siyah tenli yolcular oluşturuyordu. Sabaha karşı 5’e doğru Kamerun’un başkenti Yaounde havalimanına vardık.  İzmir’den kalkıştan 17 saat sonra böylece başkente ulaşıyorduk. 
Bizi büyükelçilikten bir görevli ile birkaç Türk karşıladı. İki minibüsle kalacağımız Franco oteline ulaştık. Dört yıldızlı ama, bizdeki 2,5 yıldıza karşılık gelir. Fakat Kamerun’da böyle bir otelde kalabilmek büyük lüks.
 3-4 saatlik bir uykudan sonra, 9 kişilik bir grup, trenle 16 saat sürecek Kamerun’un kuzeyinde Ngaundere (Türkler buraya Kavundere adını takmışlar) adındaki bir şehre doğru yola çıktılar. Kuzeydeki bu bölge yarı yarıya Müslüman- Hıristiyan bölgesi. İdarecileri Müslüman imiş. Orada bir ilköğretim, bir de lise düzeyinde iki Türk okulunun olduğunu duymak insanı gerçekten şaşırtıyor. Çok fakir ve çok ücra bir bölge.
             Oralarda hastalanmamak lazım. Sağlık hizmetleri çok geri.  Ama bu şartlarda tek tük Avrupalı misyoner ve Çinlinin yanı sıra, okullar açarak buralarda çalışmayı göze alan Türk Öğretmenlere şapka çıkarmak gerek diye düşündüm.

             Başkent Yaounde’de büyükelçiliğimiz dışında, bir Türk Kültür merkezi, bir ilkokul, biri kız, diğeri erkek iki Türk Lisesinin daha olduğunu, ülkenin tek üniversitesinde 20 Türk öğrencinin okuduğunu öğrenince hayretim daha da arttı. Sonraki günlerde buradaki okul ve öğretmenleri de merak ederek ziyaret ettik. 1200 dolar maaş alan, bunun 700 dolarını ev kirası olarak harcayan evli ve küçük çocukları olan genç Türk öğretmenlerinin hallerini Anadolu’nun Türkleşmesinde ve vatan haline getirilmesinde büyük rolü olan Türkistanlı Hoca Ahmet Yesevi ve müritlerini, yani Horasan Alperenlerini hatırladım. Buradaki mahrumiyet şartlarında gönüllü görev yapan bu insanların yaptıklarını para ile izah edemediğim için, geriye büyük ideal dışında başka bir gerekçe kalmadı.

YAOUNDE’DE İLK GÜNÜMÜZ

              İlk gün Türk Kültür merkezindeki kahvaltıdan sonra,- ki hemen hemen bütün yemeklerimizi burada kendi mutfağımızın damak tadına göre yedik;- Yaounde’de kalan 11 kişilik ekip ve kiraladığımız minibüsle üniversite hastanesinden sonra ikinci sıradaki Central Hospital adlı ihtisas hastanesine gittik.
             Altı ay önce buraya ilk kez gelen gönüllü Türk sağlık ekibini tanımadıkları için, daha doğrusu batılıların yaklaşımlarını iyi bildiklerinden, yeni gelen bu beyazları şehrin kenarlarındaki küçük hastanelerde görevlendirmişler.
 Batılıların, kendi cerrahlarına tecrübe kazandırmak veya ilaç deneyleri yapmak için buralara geldikleri bilindiğinden bu tereddüte saygı duymak gerekir. Bu ekibin sağladığı başarı ve güven dolayısıyla, bizim ekip daha iyi bir hastanede görevlendirildi. Bu hastane doğrudan Sağlık Bakanına bağlı olduğundan, geçen sefer gelen ekipden çok memnun kalan bakanın verdiği emir ile hastanenin bütün kapıları bize ardına kadar açıldı.
              Hastane tek katlı binalarda ve geniş bir alana yayılmış ayrı ayrı bölümlerden oluşuyor. Toprak bahçe bütün Kamerun toprakları gibi, kızıl kahve renkte,  etraf ise canlı yeşil ağaçlarla kaplı.  İlk önce hastane başhekimini ziyaret ediyoruz. Bir bayan olan başhekim, büyük bir toplantı salonunda kendisini bize tanıttı ve hastane yöneticileri ile de bizi tanıştırdı. Kısa toplantıdan sonra, ekip bize hastaneyi gezdirdi. Herkes çalışacağı kendi bölümlerini gördü. Oradaki meslektaşlarımızla tanıştık.
             Öğle arasında Sağlık Bakanından alınan randevu sebebiyle ekip halinde bakanlığa gittik. Büyükelçimiz de oraya geldi ve ekibimize katıldı. Az sonra geniş özel toplantı odasına alındık. Güzel konuşmalar oldu. Bakanın Türkiye’ye ve Türklere bakışı çok müspet idi. Hatta getirdiğimiz ilaçların listesini isteyerek, bunlara ruhsat verilmesi talimatını verdi. Böylelikle Türkiye’de üretilen  40 ilacın ruhsatı alınarak, firmalara ihracat kolaylığı sağlanmış oldu.

HASTA VE HEKİMLERİN TAVIRLARI

             Hasta çok, muayene oda sayısı az, cihazlar da eski olunca, ilk gün pek sempatik bulunmadık. Bu arada “Kamerun halkının yarısının beyazlardan nefret ettiğini, diğer yarısının da beyazlara hayran olduklarını, başkent nüfusunun 1,8 milyon olduğunu, başkent halkının %80-85’inin Katolik Hıristiyan ve yerli dinlere mensup, kalan %15’in de Müslüman olduğunu” öğrendik.  Oradaki meslektaşlarımıza hasta muayene ve tedavi edebileceğimizi, mininuk tekniği ile dikişsiz katarakt ameliyatları yapabileceğimizi, nerede uygun görülürsek orada çalışacağımızı söyledik. Sıcak iklimin etkisiyle olmalı, bize göre yüzde 20 verimlilikle çalışan bir toplumla karşı karşıyayız. Beş göz hekiminin haftada toplam 3-4 katarakt ameliyatı yaptıklarını söylersem konu anlaşılır sanırım. 
             Ertesi günü ameliyat yapabileceğimi, “kaç vaka yapmak istersiniz” dediklerinde, “5-6 katarakt olabilir” cevabını verdim. Ondan sonra orada çalışan göz hekimleri bana vakalarını göstermeye, katarakt vakaları olduğunu, benim yapıp yapamayacağımı sordular. Ben de memnuniyetle kabul ettim. Ertesi gün ameliyathaneye girdim, hazırlıklarımı yaptım, ama hastaları ve ameliyatlarımı izlemek isteyen meslektaşlarımı saat 12’ye kadar beklemek mecburiyetinde kaldım. Günlük işlerini bitirdikten sonra 5-6 kişi geldiler ve yaptığım ameliyatları izlediler.
              İlk ameliyat mikroskopları altı ay önce gelmiş. Bizim 30 yıldır kullandığımız mikroskopla ameliyat, orada daha çok yeni. 
Avrupalılar, o insanlara ancak pazar olacakları kadar bir şeyler öğretmişler. Ama kendilerine yetecekleri bilgi ve becerileri sakınmışlar. Mesela, diş çekimini öğretmişler, ama kanal tedavisini öğretmemişler. Her muayeneye gelen hastaya “hoşgeldiniz” dedim. Bizim güleryüzlü, her şeyi öğretmeye çalışan samimi tavrımızdan etkilendiler. 
              Ameliyat olan hastaları ertesi gün benden önce muayene etmişler. Dikişsiz yaptığımız katarakt ameliyatların sonuçlarının çok iyi olması onları hayli etkilemiş. Ben hastaları görmek için göz kliniğine vardığımda, ilk günkü isteksiz, biraz ilgisiz hava belirgin şekilde değişmişti.
              “Bonjur mösyö” deyip tokalaşmak için el uzattılar, davranışları çok sıcak idi. Tabii bizim uzak bir ülkede, zor şartlarda yaptığımız, ilave birçok riskler taşıyan ameliyatların sonuçlarını iyi olarak görmek bizi de mutlu etti. Çünkü ilk gün karşılaşacağım şartlar, olabilecek eksiklik veya komplikasyonlar konusunda, onca tecrübemize rağmen ufak da olsa bir gerginliğimiz vardı. Daha önce 2006’da Halep Üniversitesinde de canlı cerrahi ameliyatlar yaptığımdan, yabancı ülkede cerrahi konusunda tecrübeli idim. Akşam saatlerinde Kültür Merkezine benden önce dönen arkadaşlardan Dr. Orhan Terzioğlu hoca, yorgun olduğum halde, merakla bugün neler yaptığımızı sordu, yaptıklarımızı öğrendikten sonra “Düne göre çok canlı görünüyorsun, yüzün çok mutlu ve huzurlu görünüyor” diyerek kutladılar. Bir gün dışında hemen her gün ameliyat yaptım. 250 civarında hasta muayene ettim.
              Resmi ve günlük dil Fransızca olduğundan hasta ve hekimlerle iletişim kurmamda, Yaounde Üniversitesi okuyan 20 Türk öğrenciden biri olan Urfalı Mehmet Emin isminde genç bir arkadaş sürekli bizimle birlikte oldu ve tercümanlık yaptı.  Götürdüğüm gözlükler çok makbule geçti. Hemşire, hekim pek çok beyaz gömlekli muayene olmak için adeta sıraya girdiler. Diğer ekip arkadaşlarım da kendi dallarında yoğun hizmet verdiler. Bizimle gelen bayan Göğüs Cerrahı Doç. Dr. Şenay Kaya hanım (Kamerun’a ikinci kez geldi), Prof. Dr. Orhan Terzioğlu bey ve bir aile hekimi arkadaşımız seri konferanslar verdiler. 
Üç TV kanalı, Cameroun Tribune, Cameroon Today gazeteleri, internet medyası ve bazı dergiler bizi haber yaptılar. Şehrin üç yerine Türk bayraklı bez afişler üç hafta asılı kaldı. Türkiye’nin bu sağlık çıkarması gerçekten ülkede geniş ilgi gördü. Bir TV kanalı, bütün sağlık hizmetlerinin paralı olduğu, batılıların bile yardım adı altında her işten para aldıklarını bildiklerinden, bizim parasız hizmet vermemizden emin olmak için özel gayret sarfetti. Emin olduktan sonra da (haberleri izleyen Türk öğrencilerden öğrendik) haber programı içinde çok olumlu bir tarzda haberi aktarmışlar. 
             TİKA’nın Dışişleri Bakanlığı aracılığı ile Birleşmiş Milletlere Türkiye’nin Afrika ülkelerine yaptığı bu sağlık yardımlarının maddi miktarlarını cihaz, ilaç ve giden gönüllülerin kaldıkları gün, verdikleri hizmetlerinin uluslararası maliyetlere göre hesaplayarak bildirdiğini ve hatırı sayılır bir rakam tuttuğunu da büyükelçimizden öğrendim. Türkiye’nin Afrika’ya ilgisi ciddi miktarda arttığı görülüyor.

C:\Users\Ayşe İLKER\Pictures\2.kamerun fotoğrafları\prof.s.sami ilker\102NIKON\DSCN8112.JPG

 

GÖZLEMLER, SONUÇLAR

             Tarihte belki ilk defa Kamerun coğrafyasında bir Türk kolonisi oluşmaktadır. 2002 yılından itibaren oraya Türkler gitmeye başlamışlar. Manisa’da on yıldır tanıdığım, ancak sık görüşmediğimiz bir inşaat mühendisi arkadaşım, bizim dönüş günlerimizde “Ben de Kamerun’a gideceğim” deyince şaşırdım. “Hayırdır, sen niye gideceksin?” dedim. İzah etti, Almanya’daki bir arkadaşı ile Kamerun’da ortak kereste fabrikası kurmuşlar. Dünyanın değişik yerlerine satıyorlarmış. Pes doğrusu, dedim. Takdir ettim. Mavi jeans’in bir reklam sloganını hatırladım. “Bu Türkler de çok oluyorlar” idi. Evet, biz Türkler çok oluyoruz. 
             Tarihte Afrika’nın batı sahillerine etkinlik anlamında pek ulaşmamışız. Kuzey ve doğu, hatta orta Afrika ilgi alanımız olmuş, batısı ise hep batılıların egemenlik alanında kalmış. 1914’e kadar Alman egemenliğinde kalan Kamerun’un %90’ı, Almanların 1.Dünya Savaşında yenilmesinden sonra Fransa’nın hâkimiyetine girmiş. Açtıkları okullar, misyoner doktorların sağlık hizmetleri ve kiliselerin maddi desteği ile günlük ve resmi dil Fransızca, din ise Katolik Hıristiyanlık olmuş. Alkol alışkanlığı yine batılılar yoluyla çok yaygınlaşmış. Ancak ilginçtir, sigara alışkanlığı yok. Hatta bu yüzden başkentin güzel bir tepesini kaplayan İngilizlere ait sigara fabrikası kapanmak mecburiyetinde kalmış. 
             Sıtma, hepatit ve AİDS gibi hastalıklarla karaciğerin yüke zaten epeyce fazla iken, bir de buna alkol alışkanlığı eklenmiş. Üç kuruş kazanan bir Kamerunlu,  kapalı poşet ambalajlarda bile satılan bira almaya koşuyor. Bu nedenlerle ortalama ömür kısa. Ciddi sağlık, hijyen ve altyapı sıkıntıları mevcut.
             Mevcut ekonomik model ve insani değerler sebebiyle halkın %10-15’i zengin, kalanı ise çok fakir. Bir yanda Hammer cipler, diğer yanda teneke evler. Kanalizasyon sisteminin başkentte bile olmaması konuyu daha iyi anlaşılır kılacaktır. Halk, Türkleri tanımakla, ilk defa sömürgeci olmayan bir beyaz adam türü ile karşılaşmış oluyor.. Bunun da farkına vardıkça, Türkiye’ye ve Türklere ilgi giderek artıyor.
            Biz orada iken, üç Niğdeli bir Türk lokantası yeri kiraladılar. Bursalı bir Türk, mobilya fabrikası hazırlığı içinde idi. Aynı kişi yarım kalmış bir oteli 15 yıllığına kiralayarak ilk Türk otelinin de sahibi olma yoluna girdi. Bizim ekipte yer alan ve İzmir’de medikalcilik yapan bir sağlık teknisyeni arkadaş, her türlü sağlık hizmetinin paralı olduğu ve yatırımlara adeta aç olan bu ülkenin başkenti Yaounde’de ilk Türk tıbbi laboratuarını açmaya karar verdi. Bir Türk hekim ile diş hekimi orada çalışmak için izin aldı. Birçok meslektaşımın Afrika veya başka ülkelere sağlık yardımları konularını merak ettiklerini, uygun şartlar oluşursa gidebileceklerini söylemeleri beni ayrıca memnun etti. Sivil toplum kuruluşlarının tertiplediği, devletin de samimi destek verdiği bu projeler gerçekten insani, samimi çalışmalardır. Bu girişimlerden hem Türkiye, hem de muhatap ülke ve insanları kazanıyor. Daha pek çok gözlem ve bilgiye sahip oldum. Ancak yazıyı burada kesmem gerekiyor. 

Kameruna Giden Gönüllü Türk Sağlık Ekibi Şubat 2011- (1.Bölüm)

Kameruna Giden Gönüllü Türk Sağlık Ekibi Şubat 2011- (2.Bölüm)